Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Eylül 2009

Kendini keşfeden kadınlar




Hangi kadın istediği hayatı yaşıyor?

İstediği iş, istediği eş, istediği kadar çocuk, güzel bir ev, araba...
Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişilerle mi?

“Aradığını bulmuş” kadınlar var elbette ama parmakla sayılacak kadar az. Onlar şanslı azınlık.

Kadınlara doğdukları andan itibaren, büyüdükçe giymeleri için elbiseler dikiliyor.
Her bir elbisenin üstlerinde iyi durması gerek.

Kız çocuğu; annesine yardımcı, abiye ve babaya itaatkar, sessiz, sakin, çok istemez, çok beklemez olacak...

Genç kız; öyle aşk meşk düşünmeyecek, dersine, okuluna bakacak...

Genç kadın; hayırlı bir kısmet bekleyecek ya da şanslıysa okuyacak, kariyer edinecek, kısmetini kendisi seçecek...

Kısmet seçiminden sonra, bu defa baba evindeki elbiselerini bırakıp koca evindeki elbiseleri giymeye başlayacak tek tek..

Kocaya itaat, ev işlerine “tam ve tek destek”, kocanın ailesine iyi gelin, kocanın kendisine iyi eş. Evde, sokakta, yatakta, mutfakta, banyoda, salonda, her yerde “iyi eş”.
Çocuklarına mükemmel anne...

Peki kadınlara soruluyor mu, aslında “sen ne istiyorsun” diye?

Kadınlar genelde 25-30’lu yaşlarına kadar “aslında ne istediklerini” bilmiyorlar. Sorgusuz sualsiz, kendilerine biçilmiş elbiselerin birini giyip, birini çıkarıyorlar.

Bir gün gelip dank ediyor! Ben bunların hangisini giymek istedim aslında? Hangisi benim seçimimdi, hangisi başkalarının?
Ya da benim seçimim olduğu halde hangi elbise üstüme dar geldi, bazen dikişleri patladı yanlardan, bazen bol geldi, kötü durdu üstümde?

Çevirir tüm ışıkları kendi üstüne, 7/24 sorgular kendini..

Sorular sorar birisi kafasında, derinden derinden...
O da cevaplar habire. Öyle bir tempo ki, yorulur soru-cevaptan. Sussun ister kafasındaki ses...

30’lu yaşlarda taşlar yerine oturmaya başlar, istenilenlerle istenilmeyenler belirginleşir. Soruların cevapları bir bir alınmaya başlanır.

Kadın o yaşa kadar, varsa eğer, çocuğuna adamıştır kendini.
Yoksa kocasına, o da yoksa ailesine.
Kendisi olamamıştır ya da olduğunu sanmıştır. Öyle görmüştür, fazlasını bilmiyordur belki...

Gün gelip kendini “keşfettiğinde” durup daha derinden düşünmeye başlar kadın.
Ben kimim? Aslında ne istiyordum, nerede olmak istiyordum? Şimdi neredeyim?

Hayatımın Keşfi
32 yaşındaki Duru, 29 yaşına kadar dans etmenin onu ne kadar mutlu ettiğini bilmiyor bile...
Bir tatil köyünde kocasıyla dans ederken keşfediyor.
Kocası yorulup bırakıyor, o tam 5 saat boyunca durmaksızın dansediyor...
Bu, öyle büyük mutluluk, öyle büyük bir keşif ki onun için.
İzleyen yıllarda da, hem tatilde hem yaşadığı şehirde dışarı çıkılabiliyorsa dışarıda bir kulüpte, yoksa evde deliler gibi dansediyor...
Dans onu başka bir boyuta alıyor, ışınlıyor hatta.
Dansederken onu üzen, düşündüren herkes ve herşey silinip gidiyor.

Derin bir mutluluk hali.

O güne kadar koca, çocuk ve kendisinden oluşan üçleme içinde, sadece sahip olduklarının mutluluk olduğunu sanarak ya da daha fazlasını bilmediği için ona verilen elbiseyi giyerek yaşamına devam ediyordu.

Keyif elbisesini keşfetti ve Duru bu elbisesinden asla vazgeçmiyor ve geç de olsa bu keyifli keşfinden son derece mutlu.

Aile Desteği

Bazı kadınlar belli bir yaşa geldikten, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirip, hayata kattıktan sonra kendileriyle bir başına kalıyorlar.
Kocaları yanlarında oluyor ama yıllanan bir evlilikse, paylaşımlar azalıyor, çiftler kendi dünyalarında yaşamaya başlıyor.

Bu kendi başına yaşanan dünya, genelde birbirinin tekrarı günlerden ibaret olabiliyor.

Gün gelip bir kıvılcımla yeni bir keşif aydınlanıyor...
Kadın şanslıysa, aile desteğiyle yaşamına taze kan getiriyor, heyecan ve renk katıyor.

Sema, 50 yaşında. O da çocuk ve kocayla gelmiş bu yaşına.

Çocuklarına adanarak geçirmiş yarım yüzyılını.
Onların yemeleri, içmeleri, arkadaşları, eğitimleri derken kendine ait bir hayatın da olduğunu unutuvermiş...
Onu nelerin mutlu edebileceğini bilmiyor.

Okuldayken herkesin ve kendisinin de bildiği resme olan yeteneği ve aşkı, bir gün bir kağıda karaladığı resimle tekrar can buluyor.
Karaladığı kağıdı gören çocukları ve kocası onu yüreklendiriyor, içinde yarım kalan aşkını tekrar yaşaması için onu bir resim atölyesine kaydettiriyorlar..

“Resim yaparken hisettiklerim tarif edilir gibi değil, renklerin içinde kayboluyorum, çizdiğim her bir kıvrım beni anlatıyor, kendimi çiziyorum, kendi rengimi, heyecanımı, aşkımı...
Kendimi bir gün bu kadar doğru ve düz bir yolla ifade edebilecegimi hiç düşünmemiştim. Ailemden bu konuda teşvik görmem de benim için büyük şans ve mutluluk.”


Evlenmeden, kendini çocuğa, kocaya adamadan yaşayan genç kadınlardan biri Derya, 25 yaşında, ailesiyle yaşıyor.
Çalışan genç bir kadın. Yıllardır ailesinin biricik, söz dinleyen, uysal, akıllı kızı.

Derya'nın da keşif zamanı gelip çattığında aslında içinde bir yerlerde uysal olmayan, söz dinlemek istemeyen, anne babasının kendine giydirdiği elbiseyi değil, yakası paçası bir tarafta paçoz bir pantolon ve tişört giymek istedigini keşfediyor...

“Onlar mutlu olsun, aman konu komşu, akraba benim için onlara laf etmesin, ben susarım, ben otururum, ben istemem, yeter ki onlar mutlu olsun...
Tatillere onlarla gidilir, bayramlarda dizlerinin dibinde isterler.
"Kendimi hep geride tutmuştum. Çünkü ben evin iyi kızıydım. "Hayırlı evlat" dediklerinden.
Evet onları mutlu etmek güzeldi, bundan mutsuz değildim ama ben “ben” değildim onların yanında.. En azından 1 yıl oncesine kadar.
İnsan yavaş yavaş çizginin diğer tarafına geçiyor galiba.
1 yıl az bir zaman gibi görünse de benim için çok yavaş ve zor ilerleyen bir süreçti...
Yeni Derya’ya alışmaları çok zor oldu...
Benim kimlik sorunu yaşadığımı görmeleri ve onları hala çok sevdiğimi bilmelerine rağmen, asıl istediğim “ben” olma sürecimde çok zorlandılar..
Yavaş yavaş alışıyorlar. Artık kendimle olmayı sevdiğimi, onlardan ayrı bir hayatım olduğunu ve bu hayatın beni özgürleştirip mutlu ettiğini gösteriyorum onlara.
Ayrı bir eve taşındım. Kendime ait eşyalarım, arkadaşlarım, kurallarım, büyük kısmı bana ait olan tatillerim ve bayramlarım var.
Ben içimdeki Derya’yı cok sevdim..Onu çıkarıp büyütmek istiyorum ve bundan sonra onunla yaşamak istiyorum."

Melek ve Şeytan

İnsan içinde ne çok kimlik saklıyor.. Aslında bu kimlikleri iki ana başlığa ayırmak en doğrusu. Seytan ve Melek..

Kadın, şeytan kimliğiyle bütün öğretilenlerden kaçıp kurtulup, asıl kimliğine kavuşmak istiyor ama Melek kimliği “kır bacagını otur” dedirtiyor..

İyi ol, hoş görün, itaat et, yalan söyleme, dedikodu yapma, iyi anne ol, iyi eş ol, iyi evlat ol, iyi arkadaş ol..

Kadının melek yanı ağır basıyor ama bazen de içindeki şeytana “hadi kalk gidip biraz çılgınlık yapalım, şimdiye kadar olduğumdan farklı olmaya ihtiyacım var” diyebiliyor..

Geçici çılgınlıklar sonunda, aslında asıl olmayı istediği kişi ortaya çıkıyor belki..

Ortaya çıkan kimlik , bir süre “tanınma savaşı” veriyor ama öyle ya da böyle o savaştan galip çıkılıyor..

İnsanın kendiyle ilgili keşiflerinden vazgeçmesi herşeye rağmen zor..Egemenliğini ilan ediyor bazen yeni kimliğiyle..Bazen yaşam şartlarını, standardını kökünden degiştirebiliyor, ülkesini, dinini değiştirebiliyor..

Doğru soruları sorup, doğru cevapları almış olması önemli..

Kadının içindeki “melek” sorulara yanlış cevaplar verdirmez..Bu yüzden kadınlar kendine güvenip keyifli keşiflere yolculuk etmekten çekinmiyorlar..

Yaşama sansı bir kere verilmiş insana, yaşadın yaşadın..Yaşayamadın geçmiş olsun..Tekrarı, yok, sağlaması da, oldu mu olmadı mı bakamıyorsun...

Keşfe çıkmadan önce kendimizi yanımıza alıp, sahip olduklarımızın ne kadarının bizi mutlu ettiğini görmek önemli..Çoğu zaman evreka! tarzında bir keşif olacak aramadan iz sürmeden, düşünmeden..

Dar gelen elbiseler dikişleri patlamadan once çıkarılıp bir kenara koyulacak.

Üzerine kendi beğendiği elbiseleri alıp giyecek..İsterse yeni elbiseleriyle kalacak eski hayatında, isterse yeni elbiselerini alıp başka bir hayat seçecek kendine..

Genelde eski hayat içinde kalıyor kadın ve yeni elbiselerinin de ona çok yakıştığını duymayı bekliyor, istiyor..

-Neye yeteneğiniz olduğunu denemeden bilemezsiniz.

Şarkı söyleyin banyoda, bu defa daha yüksek sesle, sanki konser veriyor gibi..Belki sesiniz çok güzel..Eğitim alarak çok önemli bir icracı olabilirsiniz? :-) Hayatınız renklenir? Fan kluplerine gelen maillere yetisemezsiniz? :-)
Belli mi olur?

-Telefonla konuşurken önünüzdeki kağıda daha sanatsal birşeyler çizmeye çalışın. Bırakın tavşan çizmeyi, imza atmayı, küpler yapmayı..Daha soyut çalışın..Resim sergisi açmak vardır belki kaderinizde? Yeteneğinizi köreltmeyin..

-Dansedin! Eşinizle dostunuzla gidin bir kulübe dansedin, yok ben dansetmeyi bilmem demeyin, bir deneyin. İçinizde yıllardır uyuyan bir dansçı var belki, uyandırın onu, tutun elinden deliler gibi dansedin!

-Gezginsiniz siz belki.. İçinizde tüm dünyayı gezmek isteyen bir seyyahla birlikte yaşıyorsunuz belki de birbirinizden haberiniz yok..Dürtün birbirinizi, alın bir seyahatname, okuyun, inceleyin, içinizde bir kıpırdanma olursa hemen bavulları toplayıp, biletinizi alın..Gidin bir dolaşın şöyle, gezin, görün..Gezdim, gördüm, “ben Hindistandayken”, “ben Guatemaladayken” diye başlayan cümleleriniz olsun..
Hem dünyayı keşfedin hem bu keşiften ne kadar mutlu olduğunuzu!

Dünya bir kerelik..
Yaşa ve git.
Döneme geri.
Kendin için yaptığın herşey kar, hepsi "iyi ki" hanesinde saklanacak kıymetli hazine..
Başkasının kendin için birşey yapmasını, kıtalar keşfetmesini bekleme..
Bul kendi kıtanı, yaşa üstünde, kur imparatorluğunu da...

Rastgele...

4 yorum:

  1. Harika bir yazi, özellikle bitis paragrafi vuruyor insani.. Kaleminize saglik..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Elif Hanım..
      İmparatorluğunuzu kurduğunuzu, mutlu mesut yaşadığınızı umarım..

      Sil
  2. Seni seviyorum kadin!! :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...