Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Temmuz 2012

PuCCa



Öyle kolay gülebilenlerden değilim ben.
Fıkraya, anlatılan komik bir olaya, videoya vs kahkahalarla gülmüşlüğüm sayılıdır.
Pucca'nın kitabını okudum tatilde. İkincisini.
Şezlongda bir kadın, gözü kitapta, deli gibi gülüyor:-)
Öyle komik, öyle neşeli, öyle güzel, samimi, ciğerden ve gerçek ki yazdıkları.
Bazen, kurgu var mıdır ki yazdıklarında, diye geçti içimden..
Bazen, keşke kurgu olsa, dedim...

Evet çok gülüyorsunuz. Durum tespitlerine bayılıyorsunuz. Anlatımına hayran oluyorsunuz ama tüm yazdıklarına aslında küçücük bir kız çocuğunun yaşadıklarının sebep olduğunu görünce içiniz cız ediyor. Benim etti. Günüm bulutlandı...

Annesinin, kapının önünde bekleyen, gitmeyeceğine inandırdırdığı küçük kızı iterek çıkıp gitmesi kanına dokunuyor insanın.




Sevgililerini anlatıyor. Tüm erkekler gibi önce nasıl deli divane olduklarını. Sonra nasıl deli divane ettiklerini.
Ağız dolusu küfürler ediyor hepsine. Küfür sevmememe rağmen ona çok yakıştırıyorum. Hak ediyor her biri.

"Erkeklerin topunun köküne kibrit suyu" derlerdi eskiler. Desinlerdi.
Gerçi kibrit suyu iş görür mü, ayrıca ne ihtiva eder bilmiyoruz ama herhalde yakıcı bir maddedir.
Pucca'nın erkeklerine de yanarlı dönerli kibrit suyu gönderiyoruz...
Kitaplarını alın, okuyun diyoruz.

Ayrıca son durumunu bilmiyorum ama artık bir insan evladı gelsin bulsun onu, diye de ekliyoruz.

Tatil Bitti...




Yer ayırttık, biletler alındı, alışveriş yapıldı, bavullar hazırlandı derken tüm kış hayalini kurduğum şezlongda buluverdim yine kendimi...
Deniz, güneş, sakinlik, tembellik yine iyi geldi.
Kitabımı okudum, müziğimi dinledim, güneşlendim, yüzdüm, kahvaltıyı abarttım. :-)

Aslında her tatilde yapmak isterim; her gün sabah erkenden kalkıp yürüyüş yapayım, denize girip güneşleneyim, duşumu alıp kahvaltı edeyim.
İsterim ama yapamam:-)  Neyse ki bu defa birkaç gün erkenden kalkıp yürüdüm, denize girdim. Sabah kimsecikler yokken deniz öyle sakin, öyle sessiz ve öyle davetkâr ki..

İlk birkaç gün uyuyamadım. Klimalı odalar, harika da soğutuyor ama ben bir türlü ayarlayamıyorum:-) Ya donuyorum, ya pişiyorum. Neyseki sonunda ortayı buldum da deliksiz uyuyabildim.

Fotoğraflarla tatili anlatmaya başlıyorum efenim. :-)
Yerlerinizi alınız:-)

Tabii ki yine Akça Otel:-)







                                               Otelin yakışıklı mahzun köpeği Duman.







İlk birkaç gün çok sıcaktı. Ağaç altındaki esintili gölgelik mekanımız oldu.



Garip bir şekilde bu yıl öğlenleri hiç acıkmadık. Ara sıra yedik bir şeyler.
Öğleni atlayıp akşam yemeğine aç gitmek güzelmiş:-)


Hiç girmediğim büyük ihtimal girmeyeceğim havuzu. Çocuklar eğlendiler çok.
Gece görüntüsünü seviyorum.


Hediyelik eşyadan başı dönüyor insanın...


Her akşam dükkanlara girip çıktık:-)


Sabah sakini deniz. Bu yıl çok sıcak olduğu için denize çok sık girdim. İnsan bir süre sonra fenalaşıyor zaten, kendinizi serin denize atıp ferahlamadan duramıyorsunuz.


Akşamlar şezlonglar toplanıyor. Nedense hüzünlü geliyor bana.
Ne saçma bir his:-)


Babam ve Oğlum filmindeki teyze var ya, hani pikniğe sandalyesiyle gidiyor, elinde her daim şemsiyesi, nanemolla, nazende.. Hah, bir teyze de benim işte:-) Denize girerken ayağımı taşa basmayacağım, yosun varsa hissetmeyeceğim. (Neyse ki yosun yok ama taşlı.) Bu yüzden "deniz ayakkabılarımsız asla" durumundaydım. Ayakkabılarım ve girişe taşlara basmayalım diye konulan kırmızı geçit. Seviyoruz:-)



Minik serçelerim.. Orada burada... Uçuşup duruyorlar. Yakaladım birini sonunda:-)



Ah bir çocuk olsam...


Ortakent'in kendini aslan sanan köpeği:-) Salınıp duruyordu yürüyüş yolunda... Sahipli köpeklerden sanırım. Çok köpek var orada. Geçen yıl esnaf yakınıyordu; Yazlıkçılar yazın köpek alıyorlar, gidince bırakıyorlar, köpekcikler şefkat bekliyorlar insanlardan."
 Zararsızlar, öyle dolanıp duruyorlar...


Yürüyüş parkuru. Aslında Camel Beach'e kadar gidip gelebilseydim her gün, iğne ipliğe dönerdim vallahi. Ama nerde... Hominigırtlak ye, devril şezlonga...
Ümidim var kendimden. Seneye gidersem yapacağım yapamadığım her şeyi:-)
 İnşallah maşallah:-)




Akça Otel'i anlattığım yazıda bahsettiğim kahve. Tabii ki sabah akşam uğrayıp Şerif Bey'in nefis kahvesini ve çayını içip keyif yaptık...



Her defasında ilaç gibi geldi..




Bu da, kahve fincanında elbiseler, yarasalar, yollar, adamlar, kadınlar gören minik falcımız:-) Gerçi fincandan taşan kısmet kahvemi habire yalıyordu ama olsundu:-)


Sabah yürüyüşümde fotoğraf makinamı da almıştım yanıma...


Akşamları buraya tezgah açılıyor. Çeşit çeşit takılar, el işleri, hediyelik eşyalar... Akşam cıvıl cıvıl oluyor.







Bir diğer mekanımız soldaki ağaç altı. Şezlonlara yayılıp kitabımızı okuduk ağaç gölgesinde.  Güneşlenmek ne mümkün! Ancak akşam beşten sonra biraz güneşlenebildim...



İki kitap bitirdim. Pucca'nın kitabı tatil için ideal! Okurken kahkahalarla güldüğüm yerler oldu:-) Bazen satır aralarındaki trajedisine üzüldüm... Ama her haliyle okunası bir kitap. Önerilir..
Ayşe Kulin'in Veda ve Umut'u da harika. Daha devam edeceğim, sanırım sırada Hüzün var...




Şefkat bekleyen köpeciklerden biri...





Küçük falcımız ve pinokyosu:-)


                                                 Balık gözünden görünen gözüm:-)



Bodrumdan birkaç kare...







Tatil güzeldi. Deniz, güneş, yemek, huzur... Akça Otel'den yine memnun ayrıldık.
Fakat dönüşümüz kabus gibiydi!!!

Yolculuk sevmediğimi yazmıştım daha önce. Otobüs yolculuğu hele! Giderken huzursuzdum, şoför agresif kullanıyordu. Bu yüzden uyuyamadım hiç! Ama sadece uykusuzluk ve gerginlikti.. Dönüşteki gerginliğim daha otobüse binmeden başladı. Bir tuhafım ama. Hafif başım dönüyor. Yüzüm terliyor falan. Tansiyonum düşünce böyle olurum. Bilemedim yine de. Bindik otobüse. Bodrumdan nasıl çıktık, İzmir'e nasıl vardık bilmiyorum. Gözümü açamadım baş dönmesinden!
Mola verildi İzmir'de. İndik. Fenayım çok. Tuzlu ayran içiyorum, geçmiyor. Şekerli çay içiyorum, faydasız. Tansiyon ölçtüreyim, dedim. Şanstan tam karşıda bir hastane varmış. Gittik. Sıra var, kayıt mayıt diyorlar. Otobüs gidecek.. Bekleyemeyip döndük tekrar mola yerine. Ama ben hala kötüyüm. Bu halde nasıl 9 saat daha gideceğim hiçbir fikrim yok!
Otobüse bindim çaresiz. Bir baktık arkadan sesler geliyor: "Laptop'um yok!" "Benim de İpad'im" "Cüzdanım gitmiş!"
Haydaaaaa!
Meğer biz moladayken hırsız girmiş otobüse! Toplayabildiğini almış gitmiş. Tabii polis geldi. Tutanak tutuldu falan. (Mola yerlerinde ne çocuklarınızı yalnız bırakın ne de çantalarınızı. Hırsız, uyuyan çocuğun yanındaki çantasından almış İPad'i!)

Bu arada ben olan biteni duyuyorum ama bakamıyorum. Gözlerim kapalı, açamıyorum.
İndik tekrar aşağıya. Bana bu defa limon suları veriyorlar falan. Dedim yok, ben bu şekilde devam edemeyeceğim. Arayayım kankardeşimi ya da kuzenimi, gelip alsınlar. Düzelinceye kadar kalayım. Sonraki otobüsle giderim. Görevlilerle konuşuyorum. Olur tabii diyorlar, ama sizi bir doktora gösterelim neden böyle oldunuz." Yanımıza refakatçi veriyorlar tekrar hastanenin aciline gidiyoruz. Doktor muayene ediyor. Tansiyon alıyor. 9/5 Benim için oldukça düşük. Diyor ki serum verelim, baş dönmenizi toparlayacak ilaç verelim. Dedim otobüs gidiyor. Serumluk vakit yok. İğne yapıyor ve dönüyoruz otobüse. Polisler hala orada. Neyse biraz sonra kaos bitiyor, hareket ediyoruz. Ağlamaklıyım. Nasıl gideceğim onca yolu bu halde! İstanbul'a kadar yarı baygın geliyorum. Gözlerim yine kapalı, uykuda gibiyim ama beyin uyanık, sesleri duyuyorum. Yaptığı iğne en azından biraz sakinleştiriyor. Ama İstanbul'a geldiğimizde yine başlıyor baş dönmem...

Bir an önce eve varmak istiyorum ama ne mümkün! Köprü trafiği kabus! Taksici emniyet şeridinden gidiyor, yol tıkandığı an neresi boşsa oraya dalıyor. Dolaşıyoruz dolaşıyoruz ama bir türlü köprüye giremiyoruz. Eve gitmekten vazgeçip kuzenime çeviriyoruz rotayı. Sağolsun, bizi ağırlıyor; kahvaltı edip biraz uyuyoruz. Sonra bir şekilde deniz yolunu kullanarak evimize varıyoruz.

Dönüşümüz kabustu demiştim değil mi?

Neyse ki tatilin güzel anıları hafızamda tazecik. Hala tam anlamıyla toparlanamamış olsam da daha iyiceyim de.
Şükür diyor, bir başka tatil yazısında buluşmayı diliyorum.

Bu arada daha da otobüse binmem:-)
Uçak. Olmadı, tabanvay:-)

Sizin tatiliniz de, gidişiniz de, dönüşünüz de harika olsun inşallah...
İyi tatiller...


13 Temmuz 2012

Bodrum Akça Otel



Işınlanmak istiyorum Bodrum sahilinde bir şezlonga.
Hafif hafif, tatlı bir rüzgar yanımda yöremde..
Kulağımda denizin dalgalı müziği...
Elimde kitabım...
Arada gözümün ucuna gelen minik, tatlı, kaçamak uykularım...
Akşam güneşine kendimi bırakmalarım...
Denizin seriniyle ferahlamalarım...

Özledim.
Tembellik dışında hiçbir işimin olmadığı tatili özledim.

Bodrum'daki vazgeçilmezim: Akça Otel.
Bu yıl da aynı yere gidiyorum. Size de anlatayım nasıl bir yer olduğunu...



                                                       BODRUM AKÇA OTEL



Tatili hepimiz dört gözle bekliyoruz.
Gittiğimiz yerde rahat etmeyi, mutlu anılar yapmayı, güzel fotoğraflarla dönmeyi umuyoruz her yıl.
Herkesin tercihi başka başka; Otel, tatil köyü, apart otel, devre mülk, yazlık ev...
Bazen, mutlu mesut döneriz.
Bazen, oraya bir daha gitmemek üzere kapatırız konusunu.
Bazen de, her şeyi öyle yeter ve mutlu eder ki, bir daha başka yer bakmayız bile.
Her yıl aynı yere rezervasyonunuzu yaptırırken buluruz kendimizi.
3 yıl önce keşfedilmiş, Bodrum'dan mutlu fotoğraflarla dönmemi sağlayan yer:
Ortakent. Yahşi plajı. Akça Otel.
Bodrum'dan dolmuşla yaklaşık yarım saatte ulaşıyoruz. Dolmuş garajı otelin hemen arkasında. Tatil süresince istediğimiz zaman kolaylıkla yakın koylara ya da Bodrum merkeze gidebilme rahatlığımız var.
Otel denize oldukça yakın; odanızdan çıkınca tahminen 20 adımda denizdesiniz. Masmavi, tertemiz.
Odanız hergün temizleniyor. Çalışanları güler yüzlü, sorun yaşadığınızda çözüm üretebilengillerden.


Yemekleri lezzetli ve temiz.
Çorbalarını tatmalısınız. Her akşam aşçılara çorbalarını övdüm:-) Bir tanesinin de tarifini aldım tabii..
Yemekleri çok lezzetli ama öyle seksen çeşit değil. Evde ne pişiriyorsanız o; çorba, ana yemek, pilav/makarna, garnitür.
Ayrıca meze, salata ve zeytinyağlı barı var ki barbunyadan deniz börülcesine birçok çeşit var.






Kahvaltıda da öyle pofudukluğuna ve mis kokusuna aldanıp tabağınıza dolduracağınız, sonra evinize göbeğinizde yağ olarak getireceğiniz poğaçalar, çeşit çeşit ekmekler, börekler, çörekler yok.
Olmasın da zaten. Ha, yok dedim de, hiç yok değil yani.
3 çeşit ekmek var ve arada sigara böreği veriliyor. Kahvaltı barındaki kahvaltılıklar ziyadesiyle doymanızı sağlıyor zaten.
Domates, salatalık, yumurta peynir, kaşar, zeytin, reçel, tereyağ, bal, salam, krem çikolata, çay, kahve, karpuz. Bundan fazlasını benim bünye almıyor, alır da almak istemiyor:-)) Bu arada yeşil zeytini nefis!

Tatil köylerine de gittik zamanında.
Her köşede başka şey pişiyor, kahvaltılıkların çeşidinden başı dönüyor insanın. Yemekler ve tatlılardaki çeşitliliği demeyeyim hiç. 15 gün de kalsanız sıra gelmez hepsini denemeye.
Tamam, onun da başka güzelliği var ama sadelik ve yeterlilik de hoş geliyor insana bir zaman sonra. Yetiyor işte ne varsa.
Tatlı sevenlere yetmeyecek birşey var ama.
Tatlı konusunda üstad değiller:-) Benim işime geliyor, ayrı.
Ama arada tutturdukları oluyor, haliyle kaçamak yapıyorum.
Ertesi gün telafi yürüyüşü yapıyorum, geçiyor:-)
Yürüyüş için harika bir parkuru var, otelin tam önünden geçen trafiğe kapalı yürüyüş yolu. Akşam yemeklerinden sonra mutlaka yürüdük.


                                      Minik ara sokaklarında hediyelik dükkanlar şıkır şıkır.


Garajın girişinde soldaki kahvehaneye mutlaka gidin. Türk kahvesi ve çayını için, domatesli kaşarlı tostunu mutlaka yiyin. Şöförler yan masada oturuyor olacaklar ama tatilcilerle birlikte kahvehanede oturmaya alışmışlar. Kahvaltıdan sonraki kahve keyfimizi ve akşam yemeğinden sonraki çayımızı hiç eksik etmedik. Ayrı keyif...

Otelin önündeki yürüyüş yolunun sonunda, denize karşı spor yapabileceğiniz spor aletlerinden var.
Sabah erkenden yürüyüp, spor yapıp sonra denize girmek, oraya gittiğimde hep hayalim oldu:-)
Bir iki kere yaptım neyse ki.. Sabah denizinin keyfi başka.
Deniz tertemiz fakat Bodrum denizi malum, biraz soğuk. Gerçi temmuzun ikinci haftası ısınmaya başlıyor ama daha önce giderseniz denizin içindeki buz kütlesiyle kucaklaşacaksınız, haberiniz olsun:-)

Havuzu da var ama ben havuzsevmeyengillerden olduğum için hiç girmedim şimdiye kadar. (Hoş girsem de sanki yüzebileceğim de:-) Ama hakkımı yemeyeyim, artık denizde daha rahatım, tamam ayağım yere değmezse hala panikliyorum o ayrı ama yine de yüzebildiğimi söyleyebilirim ucundan kıyısından:-) )

Bu otele 3 yıldır gidiyorum ve her yıl neredeyse aynı yüzleri görüyorum. Müdavimleri var.
Hem yerli hem yabancı üstelik. Rahat ediyor gelen, tatilden beklediğiniz her şey bir arada.
Zaten müşkülpesent değilseniz, var olan her şey sizi mutlu ediyor, eksik gedik arayarak mutsuz olmuyorsanız, bir sonraki yıla yine aynı yere gideceksiniz demektir.

Burası ya da başka bir yer...
Bu otel bana yetiyor, mutlu ediyor her defasında.
Başkasına az gelebilir, şikayetlenebilir. Denemeden bilinmez:-)
Şimdiden iyi tatiller:-)




                                        Sağdaki ağaç altını tercih edin. Gölgesi harikadır.



           Yemekten ve kahvaltıdan sonra çayınızı kahvenizi alıp gölgede keyif yapabilirsiniz.


Link:
http://www.akcahotel.com/

Bodrum'a gidince Bodrum'un çarşısını bir dolaşmadan olmaz.
Mado'da oturup dondurma yemeden hiç olmaz. Bu defa da arkadaşlarla toplaşma ve tatlı sohbet eklenir. Bodrum'un tadına doyum olmaz...





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...